Ahtapotlar, 1000'den fazla vantuzu, 8 kolu, 3 kalbi, 3 santimetreye inebilen veya 9 metreye varabilen boyları ve "dünya dışı canlı" benzeri morfolojis
Ahtapotlar, 1000’den fazla vantuzu, 8 kolu, 3 kalbi, 3 santimetreye inebilen veya 9 metreye varabilen boyları ve “dünya dışı canlı” benzeri morfolojisi ile denizde karşılaşmayı beklediğiniz en garip ve dış görünüşü en farklı canlı olabilirler. Bu ilginç hayvanlar, 500 milyon yıldır yeryüzünde var olan kafadan bacaklılar sınıfının bir üyesi olup, bundan yaklaşık 140 milyon yıl önce atalarında var olan kabuklarını kaybederek, günümüzdeki görünüm ve özelliklerine oldukça yaklaşmışlardır.
Onları dünyadaki her okyanusta ve derin suda görebiliriz. Ahtapotlar her gün sayısız insanı internetteki kapak açma, merdiven çıkma gibi ilginç videoları ile etkilemeye devam ediyor; ama ahtapotların bundan daha ilgi çekici çok fazla özelliği var. Bunlara örnek olarak renk değiştirmeleri, kendi kollarını koparabilmeleri ve belki de en ilginci, dokunarak tat algılamaları verilebilir. Ve yine şaşırtıcı gerçeklerden biri olarak, kanlarının renginden ve içeriğinden bahsedebiliriz: Alışılanın aksine kanları, kırmızı değil, yeşil-mavi renktedir. Bunun sebebi de, bizlerdeki hemoglobin isimli demir pigmenti yerine, kanlarının içerisinde bulunan hemosiyanin isimli bakır pigmentidir.
Ahtapotların en yaygın avcıları; bazı büyük balıklar, kuşlar, balinalardır. Hatta bazı bölgelerde yılan balıkları, köpekbalıkları ve yunuslar da onlar için tehdit olabilir. Bu yüzden de doğadaki her hayvan gibi, ahtapotların da kendini çok iyi korumaları gerekmektedir.
Ahtapotların bazıları zehir bezlerine sahiptir ve onların savunma mekanizmalarında bu çok etkilidir. Özellikle mavi halkalı olarak bilinen ahtapot çok zehirlidir. Zehri, insanları da öldürebilir. Ahtapotların savunma mekanizmasında kamuflaj yeteneği de önemli bir yere sahiptir. Derilerinde bulunan ve renk değişimini sağlayan 3 çeşit hücreden biri kromatoforlardır. Bu hücreler derilerinin sarı, siyah ve kırmızı renklerde görülmesini sağlar. Diğer hücre çeşidi olan iridoforlar bu üç renk haricindeki belli başlı renkleri gelen ışığı farklı dalga boylarında yansıtarak üretmelerini sağlar. Üçüncü hücre çeşidi olan lökoforlar çevreden gelen ışığı bir ayna gibi yansıtarak renk değişimine yardım eder. Kamuflajı daha inandırıcı yapan bir başka özellikleri daha vardır. Bu özellik onların papil isimli özelleşmiş hücreler ile deri dokularını değiştirerek bir mercana veya bir kayalığa daha çok benzemelerini sağlar.
Ahtapotlar tüm bunları en hızlı göz kırpma hızımıza eşit olan 200-300 milisaniye içerisinde yapabiliyor. Renk körü oldukları için etrafı doğru renklerde bile göremeyen ahtapotların tüm bunları nasıl yapabildikleri uzun süre bilim insanları arasında bir gizem olarak kaldı. Cevap, 2015 yılında açığa çıkmaya başladı. Ahtapotlar derilerinin altında kimi fotoreseptör genler sayesinde ışığa duyarlılar ve derileri ışığa tepki göstererek kromofor hücreleri aktifleştirebiliyor. Yani aslında çevreye kamufle olurken ahtapotlar gözleriyle değil kollarıyla görüyor!
Bu hızı artıran özelliklerden diğeri sinir sistemlerinde gizli. Ahtapotların fotoreseptörleri sinir sistemleriyle bağlantılı çalışıyor ve bu da kamuflaj mekanizmalarının sinirsel yolla olmasını sağlıyor. Kamuflaj yeteneğine sahip bir diğer hayvan olan bukalemunlarda bu sistem hormonel yolla çalışıyor. Bu da iki hayvan arasındaki kamuflaj hızları arasında ciddi bir fark yaratıyor.
Salyangozların 20 bin, kedilerin 250 milyon, insanların 100 milyar nöronu var. Ahtapotlardaysa bu sayı 500 milyon ve bu nöronlarının sadece üçte biri beyinlerinde. Büyük bir kısmıysa genellikle 8 adet olan kollarında. Ahtapotların kollarındaki nöronlar 2 şekilde çalışabilir: Beyinden gelen sinyallerle senkronize şekilde veya beyinden bağımsız şekilde. Kollar aynı kamuflaj mekanizmasında olduğu gibi bazı sinyalleri kendileri alıp beyne ulaştırmadan değerlendirip tepki verebiliyor, beyinden bağımsız karar alabiliyor, beyinden ayrıldıktan saatler sonra bile etkilere tepki verebiliyor. Yani aslında ahtapotlar bir şekilde kolları ile düşünebiliyorlar. Bu da onların etrafı çok hızlı değerlendirip adapte olmalarını sağlıyor. Ahtapotların vantuzları ile etrafı sadece dokunarak değil aynı zamanda tadarak da algılıyor. Bu dünya dışı sinir sistemine sahip olan canlılar kolları ile düşünebiliyor, görebiliyor ve etrafın tadını çıkartıyor diyebiliriz.
Bebek yapmaya geldiğinde de kimse ahtapotların eline su dökemez. Bir seferde 50.000’den fazla yumurta bırakırlar! Bu yumurtaların çatlaması 40 gün kadar sürer ve bu süreçte anne sürekli 50.000 yavrusunu kollamaya çalışır. Bu süreçte bir yandan avcılarla mücadele eder, bir yandan da sürekli yumurtaların üzerinde su akıntısı olmasını sağlayarak yumurtaları düzenli olarak havalandırır.
Ancak bu “bodyguardcılık” mücadelesi annenin avlanmasına ve beslenmesine engel olur. Böyle durumda olan ahtapotların dişilerinin kendi kollarından birini yediği gözlenmiştir. Ancak bu konuda çok detaylı araştırmalar bulunmamaktadır.
Otofaji denen bu davranışın yavruların bakımı sırasında aç kalan annenin bir “çözüm” olarak ürettiği, evrimsel anlamı olan bir davranış olup olmadığı bilinmemektedir. Çünkü bu tür bir davranış, nörolojik bir hastalığa da işaret edebilir. Dar havuzlarda esir tutulan bazı ahtapotların da, ortada açlık sebebi olmaksızın kollarını yedikleri raporlanmıştır. Dolayısıyla bu davranış, strese bağlı olarak gelişen bir anomali de olabilir.
Yine bazı araştırmacıların raporlarına göre, kollarına parazit yapışan ve onlardan kurtulamayan ahtapotlar, parazitlerin yayılmasını engellemek için kollarını ısırarak koparmaktadırlar. Bu kopan kolların yerine yeniden kol çıkmaktadır. Ancak yine, bu davranışın parazitlerden kurtulmak için mi, yoksa parazitlerin varlığından kaynaklanan strese bir tepki olarak mı sergilendiği bilinmemektedir.
Eğer ki ahtapot anneleri gerçekten evrimsel bir avantaja bağlı olarak yavrularına bakmak pahasına karınlarını doyuramayıp, bu ihtiyaçlarını kollarını yiyerek gideriyorlarsa, gerçekten ilginç bir evrimsel adaptasyon tespit etmiş oluruz. Çünkü bu hayvana yavrularına bakmanın getirdiği avantajı egale edecek kadar dezavantaj sağlamamaktadır ve bu sebeple evrimleşmesi son derece beklenir bir durumdur.
Yorumlar