İSTEDİĞİN GİBİ YAPTIM; ARTIK KALBİM YOK!Artık kalbim yok ağladığımda sanaDüşündüğümde seni artık kalbimYok seni anlatırken birilerine, atmıyor kalbimA
İSTEDİĞİN GİBİ YAPTIM; ARTIK KALBİM YOK!
Artık kalbim yok ağladığımda sana
Düşündüğümde seni artık kalbim
Yok seni anlatırken birilerine, atmıyor kalbim
Atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda
İstediğin gibi yaptım; artık kalbim yok!
Küçük bir veledeerdim onu, oyuncak niyetine
Fırlattım attım doyursun karnını diye bir sokak köpeğine
Suda sektirdim bir kiremit parçası gibi
Ve bekledim batmasını bekledim batmasını
Yanan bir gemi nasıl ağlayarak denize dökülürse
İstediğin gibi yaptım; artık kalbim yok!
Artık kalbim yok baktığımda eski resimlere
Özlediğimde seni
Arta kalmış bir kalbim yok!
YOK!
Asıl adı Derman İskender Över olan sanatçı, Fatma Nilsu Hanım ile ressam ve grafik sanatçısı Derman Över’in oğlu olarak İstanbul’da dünyaya geldi. İlk öğrenimini burada tamamladıktan sonra Kabataş Lisesini bitirdi. Cerrahpaşa Tıp Fakültesindeki öğrenimini son sınıfta bıraktı. Üç yıl süreyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümüne devam ettiyse de burayı da tamamlamadı. Resepsiyon memurluğu, tezgâhtarlık, kartpostal satıcılığı, reklam ajansında kostümcülük, seslendirme, düzeltmenlik, resepsiyon memurluğu, barmenlik, meyhane işletmeciliği, televizyon için skeç yazarlığı, dergilerde köşe yazarlığı, şarkı sözü yazarlığı, oyunculuk ve radyo programcılığı gibi çeşitli işlerle uğraştı. küçük İskender, “Gece, Melek ve Bizim Çocuklar” ile Mustafa Altıoklar’ın yönettiği “Ağır Roman” ve “O Şimdi Asker” adlı filmlerde rol aldı. Edebiyat ve özellikle şiir aralıksız sürdürdüğü uğraş alanları oldu. Tıp eğitimini bırakacak kadar şiire meftun olan küçük İskender, geçimini yazarak temin etti.
Küçük İskender’in babası Derman Över, edebiyat ve tiyatroyla yakından ilgiliydi. Onun edebiyata yönelmesinde babası çok etkili oldu. küçük İskender, Sennur Sezer’in sunduğu “Maksat Muhabbet” programında, evlerinde büyük bir kütüphanenin bulunduğunu dile getirmiştir: “Kütüphanemiz çok genişti. Ben hakikaten edebiyatçı dışında hiçbir evde o kadar kitap görmedim. Orada büyüdüm. Evimiz de küçük olduğu için benim ayrı bir odam yoktu. Açılan yatağım vardı, aslında babamın düşündüğü, hayatı kurcaladığı odada ben uyurdum. Benim sağlı sollu odamın her tarafı kütüphaneyle çevriliydi. Ben kitapların içinde büyüdüm. Bir gün, belki kırılma noktamız o; kitapların artık bir nesne olmadığını ve onların benle arkadaşlık kurması gerektiğini hissettim belki…” Şair, ilkokul 4-5. sınıftayken babasına kitap okumak istediğini söyler ve babası ona Sabahattin Ali, Sevgi Soysal ve Nâzım Hikmet gibi sanatçıların kitaplarını okutur. Sosyal yanını kaybetmeyen sanatçı mahalle arkadaşlarıyla fanzinler hazırlar, çizgi romanlar çizer. Ortaokul 1. ya da 2. sınıftayken “Bu Vatan Bizim” adında bir dosya hazırlar ve Ülkü Tamer’e götürür. Ülkü Tamer çok sinirlenir ve “Bunları yazma, anneni babanı, sokağını yani bildiğin şeyleri anlat.” diyerek cevap verir. küçük İskender buna çok üzülür ve şiir için ilk defa on yaşlarındayken Babıali’de gözyaşı döker.
İlk şiiri 1985 yılında “İskender Över” imzasıyla Milliyet Sanat dergisinin “Genç Şairler” köşesinde yer alan küçük İskender; daha çok Adam Sanat, Varlık, Gösteri, Şiir Atı, Sombahar, Avni, Deli ve Öküz gibi dergilerde yayımlanan şiirleriyle tanındı. Gösteri ve Varlık dergilerinde “Şiirli Değnek” başlığı altında değerlendirme ve değiniler kaleme aldı. Gözlerim Sığmıyor Yüzüme (1988) adlı ilk şiir kitabından itibaren; 34 şiir kitabı, 16 deneme-şiirsel metin, 12 anlatı-özgür metin, 3 şiirsel günlük ve 3 antoloji-toplu şiir kitabı olmak üzere 57 yıllık ömrüne, yaşını da aşacak şekilde yaklaşık 70 kitap sığdırdı. 2001 yılında Almanya’da, 2002 yılında Hollanda’da çeşitli şehirlerdeki etkinliklerde, 2005’te Avusturya’da, 2007’de Makedonya’da, 2008’de İsveç’te konuşmacı olarak ve şiir performanslarıyla kendini dile getirdi. 2004’te NewYork’ta ve Kuzey Carolina’da üniversitelerde konuşma yaptı ve tek kişilik okuma gecelerine konuk oldu. 2000 yılında Orhon Murat Arıburnu Ödülleri’nde Bir Çift Siyah Deri Eldiven (1999) adlı şiir kitabıyla birincilik aldı. 2006’da İskender’i Ben Öldürmedim (2005) adlı şiir kitabıyla Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü, 2014’te yedincisi verilen Erdal Öz Edebiyat Ödülü ve Mayıs Giremez (2016) adlı şiir kitabıyla 2017 Necatigil Şiir Ödülü gibi ödüllere layık görüldü. Kanserle yaklaşık bir yıl verdiği mücadelede yenik düştü ve 3 Temmuz 2019 tarihinde 55 yaşındayken Bodrum’da hayata veda etti.
1980 kuşağında aykırı tutumu ve marjinal eğilimiyle öne çıkan küçük İskender, gerek bu kuşak içerisinde gerekse modern Türk şiirinde özgün bir yere sahiptir. Şiir en başta olmak üzere; deneme, anlatı, roman ve günlük türünde de eserler vermiştir. Sanatçı her zaman şiirle ilgilenmiş ve şiirsel dilini nesir türündeki eserlerine de yansıtmıştır. küçük İskender şiirinin en belirgin özelliği aykırı ve delişmen söylemdir. İlk şiir kitabından son şiir kitabına geliştirdiği bu söylemi inişli çıkışlı da olsa sürdürmüştür. Cesur tavrı ve yüksek gerilimli şiir evreni onun gerek kuşak içindeki şairlerle gerek başka şairlerle ortak paydada buluşmasına pek müsaade etmez. küçük İskender, maddeye ve vücuda bakan toplumsalla bireyseli harmanlayan ama bireyseli bir adım önde tutan şiirin klasik ritim ögelerinden çok çarpıcı söyleyişe önem veren bir şair görünümündedir. İmge yoğunluklu biçem, onun şiirinin özel bir dünyaya ait olduğunu göstermektedir (Asiltürk 2017: 404). küçük İskender’e göre şiir bilinçaltına dayanan bir akıştır ve bu akışa müdahale gereksizdir. Hasan Bülent Kahraman onun 80 kuşağı içinde toplumcu-gerçekçi anlayışı sürdürdüğünü söylese de küçük İskender kendini “toplumcu hayalci” olarak görmektedir.
Onun şiirindeki ayrıksı tutum, sık sık 1950’lerin sonunda Amerika’da gelişim gösteren “Beat Generation” hareketiyle ilişkilendirilse de şair bunu şiddetle reddetmektedir. Nitekim bir söyleşisinde “Ben 1981 yılı mezunuyum liseden. Okuduğum okul Kabataş Erkek Lisesi. O dönemde İngilizce eğitimi oldukça ortalama, vasattı. Beat kuşağı ya da marjinal birtakım şairleri ve yazarları düşünürsek, yurtdışındakileri, benim onları orjinal dilinden okuma şansım zaten sıfır. Bu şairlerin ve yazarların kitapları yaklaşık 90’lardan sonra 2000’lerde çevrildi, yayımlandı. Ben bu adamları okumadan oraya yöneldim. Beatnik kuşak olma ihtimalim yok, çünkü ben neredeyse 2000 yılında Beat kuşağından haberdar oldum ki o zaman birçok tekniği kullanmaya başlamıştım yani farkında olmadan” (Özmen 2014) diyerek kendisine atfedilen “marjinal şair” nitelendirmesine karşı çıkar. Bir başka söyleşisinde ise şiire başladığı zamanlardaki “marjinal” tanımlamasının giderek değiştiğini söylemektedir: “Marjinal yakıştırmasını gençlik dönemlerinde safça sahiplendiğimi söyleyebilirim; ama burada bir hatadan çok, adres tanımlamasına uyum sağlama söz konusuydu: Var olanın daha ileri noktaya götürülmesi ve orada dönüştürülmesi nedeniyle sarf ediliyordu o söz ve doğruluk payı taşıyordu. Birçok insanın özleyip de gidemediği yer gibi. Oysa şimdi marjinallik, aykırılık, ret kavramlarıyla birlikte anılıyor ve bir aforoz mekanizmasının dillendirilmesinde sizlerin de bildiği gibi topluma ters düşen anlamına sürükleniyor. Marjinallik eskiden başlı başına sosyolojik bir grup tanımıyken şimdi siyasi jargonda genel kurallara aykırı, suçlu kapsamında bir sınıflandırma için kullanılıyor ne yazık ki. Bu oyunu bozmak için ben de marjinal olmadığımı söyleyerek farklı bir strateji geliştiriyorum.” (Aker 2015). Dolayısıyla küçük İskender şiirinin her ne kadar aykırı söylemi ve ayrıksı bir yönü olsa da bunun “Beat Generation” hareketi ile olan ilişkisinin bilinçsizce olduğu görülmektedir.
Dergilerde yazdığı şiirlerle adını duyuran şair, daha ilk şiir kitabı Gözlerim Sığmıyor Yüzüme (1988) ile sesini bulmuştur. Bu kitapta isyankâr ve sorgulayıcı bir eda ile ilk gençlik yıllarındaki hazzı dile getirir. Asiltürk’e göre Orhan Veli, Sait Faik, Walt Whitman, Aragon, Nâzım Hikmet, Asaf Hâlet Çelebi, Karacaoğlan, Nietzsche gibi isimler üzerinden yapılan gönderme ve anıştırmalar şairin ilk gençlik yıllarında sahip olduğu kültür haritası hakkında ipucu vermesi bakımından dikkate değerdir (Asiltürk 2017: 411). Bu tür göndermeler onun hemen hemen her şiir kitabında görülür. İkinci şiir kitabı Erotika (1991)’da aykırılığın dozunu artırır ve tematik çeşitliliğe yönelir. Bu kitapta şairin kullandığı dilin kendisine yetmediği hissedilmektedir . Periler Ölürken Özür Diler (1994) arabesk temasıyla ve şairin sokağı şiire taşıma gayretiyle ilk şiir kitapları arasında ayrı bir yere sahiptir. İlk şiir kitaplarında ayrıca Can Yücel, Nâzım Hikmet, Edip Cansever, Attilâ İlhan ve Cemal Süreya gibi şairlerin etkileri de görülmektedir. Ciddiye Alındığım Kara Parçaları (1997) küçük İskender’in şiir kitapları arasında biçimselliğiyle öne çıkmaktadır. Dingin bir söyleyişin sezildiği kitaptaki şiirler de 3+3+1 şeklinde özgün bir biçimle yazılmıştır. Metin Celâl, kitap hakkındaki yazısında küçük İskender’in şiire yeni bir soluk getirme isteğine dikkat çekmiş ve “Şairin dile hâkimiyeti övgüye değer: Bu dil hâkimiyeti, kullanım özeni, onun imge yapısını etkiliyor, ama şiirinin tamamen değişmesine de neden olmuyor. (…) Değişim uğruna şair kişiliğinden, şiir dünyasından ödün vermemiş” (Celâl 1996) değerlendirmesini yapmıştır.
Papağana Silah Çekme (1998)’de gerçeküstücü bir anlatım sezilir ve şairin biçimsel olarak serbestliğe geri döndüğü görülür. Dicle ile Fırat (2004) küçük İskender’in kitapları arasında ayrı bir yere sahiptir. Bu kitapta halk şiirine yakın destansı bir söyleyiş hâkimdir ki küçük İskender şiirinin gelişim çizgisindeki değişim ya da sapmaları göstermektedir. küçük İskender, kendi söyleyişini kaybetmez, ancak halk şiirine yakın destansı özellikler gösteren, formal olarak ise Doğu-Batı arasında salınan kitaptaki şiirler ondan beklenmeyen bir tavrı işaret eder. Söz konusu kitap şairin deyimiyle “bu toprakların edebiyatından” izler taşır.
küçük İskender aykırı söyleminin dozunu 90’larda iyice artırarak İpucu Bırakma Sanatı (2000), Eski Kral Deposu (2002) ve İskender’i Ben Öldürmedim (2005)’de zirve noktasına ulaştırır. Şiirlerinde suç, iktidar, ölüm, sapkınlık, intihar, cinsellik, direniş, taarruz gibi temaları işleyen şair; kendi yaşanmışlıklarını da şiirinin malzemesi yapmıştır. Argo, küfür, eşcinsel jargonları da şiirlerinde sıkça kullanmıştır. Bu tür tema ve izlekleri ele alması onun şiirinde gerilimli ve kaotik bir atmosfer oluşturmuştur. Mustafa Durak, küçük İskender’le ilgili yazısında “küçük İskender şiirini her an patlamaya hazır bir silah gibi kuruyor.” cümlesiyle onun şiirindeki gerilimli havaya dikkat çekmiştir. Nitekim küçük İskender de şairin işbirlikçi değil de iş bitirici olduğunu ifade eder: “Şair işbirlikçi değil, iş bitiricidir. Tabancasındaki tek kurşunla karşısındaki ordunun tamamını vurduğunu hayal eder, hatta buna inanır. Bunu seri katil psikolojisiyle de değil, sabotaj komplolarıyla da değil, tamamen canlı bomba mentalitesiyle hayata uyarlar. Şair, kendi eğitiminden naiflik maddesini çıkartmak zorundadır.” (küçük İskender 2013: 82). Sarı Şey (2010)’de metropol hayatının getirdiği bohem hayat tarzına bağlı yaşanmışlıklar, sokak dili, argo ve küfür sık sık dile getirilir.
Şairin, yayımladığı son şiir kitabı Mayıs Giremez (2016) Behçet Necatigil ödülüne layık görülmüştür. Doğan Hızlan, Refik Durbaş ve Turgay Fişekçi gibi isimlerin yer aldığı seçici kurul ödüle ilişkin “Küçük İskender, ilk kitabı Gözlerim Sığmıyor Yüzüme’den başlayarak günümüz şiirine yeni bir söyleyiş, yeni bir soluk kazandırdı. Çağdaş Türk şiirinin birikimlerini dilde ve anlatımda yeni yaklaşımlarla zenginleştirdi. Günümüz toplumunun farklı kesimlerinin yaşam kültürlerini şiir diline taşıdı. Mayıs Giremez, küçük İskender’in otuz yıllık şiir birikiminin parlak bir örneği olmasının yanında, günümüz şiirini yücelten özellikleriyle de ödüle değer bulundu.” değerlendirmesini yapmıştır.
Şiirin teorik meseleleri üzerinde çok fazla durmayan şairin çok fazla poetik yazı kaleme aldığı söylenemez. Rimbaud’ya Akıl Notları (2004), Cin Kontrol Noktası (2014) ve Türkçe Sözlü Hafif Mavi (2017) adlı denemelerinde yer yer şiire ve şaire ilişkin düşüncelerini dile getirmiştir. F lu’es (1998) ve Zatülcenp (2000) adlı iki romanı bulunan küçük İskender, metropol hayatının karmaşık ve bohem yaşayış tarzını ele almıştır. Modernitenin bireyi içine düşürdüğü açmazları ve insanın savruk yaşayışını şiirlerinde olduğu gibi anlatılarında da sorgulamıştır. “Sinema, edebiyat ve müzik: Bunların kan bağı var; ayırt edilemezler.” diyen şairin gerek şiirlerinde gerek anlatılarında sinema ve müziğin yansımaları belirgindir. Bu noktada şairin bir yeraltı edebiyatı yapma isteği sezilmektedir. Anlatı ve denemelerinde de şiirsel dilini kullanmayı sürdürmüştür. Cansever, “Aristokrasinin savunuculuğunu yaptığı format’ın sürekli olarak dışında kalmış olmayı tercih etmiş olan küçük İskender yazını da yaptığı şiir-öykü-roman kritikleri ile eser-yazar ilişkisini paramparça ediyor.” şeklinde bir değerlendirme yaparak onun yayımladığı metinlerde sınır ve kural tanımadığının altını çizmiştir. Dolayısıyla küçük İskender’in yayımladığı deneme ve anlatı arasında salınan metinlerin kesin sınırını çizmek zor olduğundan bu türdeki kitaplar şiirsel metin ya da şairin kendi deyimiyle “özgür metin” olarak nitelendirilmektedir.
Yorumlar