Ateş Pahası Deyiminin Hikayesi
Bir gün Kanuni Sultan Süleyman birkaç adamıyla birlikte ormanda ava çıkmış. Daha aradan birkaç saat geçmiş geçmemiş sağanak bir yağmur bastırmış. Padişahla birlikte adamları döne döne sığınacak bir yer aramışlar. En sonunda ormanın içinde küçük bir han bulmuşlar. Sırılsıklam hâlde içeri girmişler. Han sahibi onları görünce pek memnun olmuş. Hemen ateşi artırmış. Kurulanmaları için havlu vermiş. Önlerine sıcacık çorba getirmiş. Yarım saat kadar sonra nihayet avcıların içleri ısınmış, üstleri kurumuş. Birkaç saat daha yağmurun dinmesini beklemişler. Yağmur dinince toparlanmış, gitmek için hazırlanmışlar. Padişahın emriyle lala, hancının yanına gelip borçlarının ne kadar olduğunu sormuş.
Hancı sanki üç kuruş der gibi gayet pişkince “Yalnızca bin altın efendim” demiş. Lala hanemin şaka yaptığını sanmış. Ama gayet ciddi olduğunu anlayınca şaşırmış. “Bre densiz! Ne yaptın ki bin altın istiyorsun? Ocağa attığın odun bir altın bile etmez ki!” demiş.
Hancı yine sakin sakin cevap vermiş: “Haklısınız efendim. Yaktığım odunlar bir altın etmez. Lâkin böyle göğün yere boşaldığı bir yağmurda, dağın başında sığınacak bir yer bulup sıcacık ateşin başına geçip mis gibi çorbayı kaşıklayarak ısınmak gerçekten bulunmayacak bir nimet. Ben size odunun değil, ateşin pahasını biçtim.” Lala padişaha bakmış. Padişah hanemin sözlerinden tatmin olup tamam anlamında başını sallamış. Lala altınları hancıya bırakıp çıkmış.