Ana SayfaDeyimler Sözlüğü

G Harfi – Deyimler ve Anlamları 2

Gönlü tok: Fazla para ve mal istemeyen, zorunlu ihtiyacı kadarı ile yetinen, imkânları az da olsa bunu hissettirmeyen, bu durumda dahi cömert olan.

J Harfi – Deyimler ve Anlamları
Ü Harfi – Deyimler ve Anlamları
I Harfi – Deyimler ve Anlamları

Gönlü tok: Fazla para ve mal istemeyen, zorunlu ihtiyacı kadarı ile yetinen, imkânları az da olsa bunu hissettirmeyen, bu durumda dahi cömert olan.“Onun kadar gönlü tok bir adam görmedim.”

Gönül almak: 1. Sevindirmek, hoşnut ettirmek. 2. Kırılan, gücenen bir kimseyi güzel söz ve davranışlarla yeniden hoşnut etmek.“Daha fazla uzatmadan o çocukların gönlünü almalısın.”

Gönülden çıkarmak: Anmaz ve sevmez olmak.“Onu gönlünden çıkarmışsın anlaşılan.”

Gönül eri: Açık yürekli, güvenilir, hoşgörüsü geniş, ehli dil (kimse).“O ihtiyar adam tam bir gönül eriydi.”

Gönül kırmak (yıkmak): Birini çok üzecek, gücendirecek davranışta bulunmak.“Gönül kırmakta üstüne yoktur onun.”

Gönüllü gönülsüz: Pek de istekli olmayarak.

Gönül okşamak: Birini hoş bir davranış ve sözle sevindirmek.“Gönlünü okşamak mı istiyorsun, bir gül uzat ona.”

Gönül yapmak: Hoşa giden davranışlarla veya sözle birinin kırgınlığını gidermek.

Görüş açısı: Bir soruna yaklaşma, onu ele alma biçimi.“Dar bir görüş açısı ile sorunlar çözümlenemez.”

Gövde gösterisi: Belli bir amaç için güçlerini birleştiren kalabalıkların yaptıkları gösteri.“Muhalefet partisi büyük bir gövde gösterisi yaptı.”

Göz açamamak: İşlerinin yoğun oluşu sebebiyle başka bir şeyle ilgilenme imkânı bulamamak.“Şu büronun işleri yüzünden göz açamıyorum.”

Göz açıp kapayıncaya kadar: Çok çabuk, kısa bir zamanda.“O işi göz açıp kapayıncaya kadar yaparız.”

Göz açtırmamak: Baskı altında bulundurarak başka bir şeyle uğraşmasına fırsat vermemek.“Çalışan işçilere hiç göz açtırmadı.”

Göz alıcı: Alımlı; şekli, rengi ve güzelliği ile dikkat çekici.“Oldukça göz alıcı bir elbise.”

Göz atmak: Kısaca, dikkatli değil de şöyle bir bakıvermek; üzerinde fazla durmadan elden geçirmek.“Kütüphaneye şöyle bir göz atıp gitti.”

Göz boyamak: Gösterişle aldatmak, bir şeyi iyi gibi göstermek, kandırmak, yanıltmak.

Göz bebeği: Pek değerli, sevgili, çok önem verilen (kimse).“Babam benim göz bebeğimdir.”

Gözdağı vermek: Korkutmak, tehdit etmek, istediğini yaptırmak için yıldırmak.“Ona öyle bir gözdağı verin ki bir daha buralara ayak basmasın!”

Gözden çıkarmak: Bir malın elinden çıkmasına katlanmak, bir şeyden vazgeçmek ve yokluğuna razı olmak.“Evi ister istemez gözden çıkardılar.”

Gözden düşmek: Kendisine daha önce duyulan sevgi ve ilgiyi kaybetmek.“Eskisi gibi top oynayamayan Ali bir senede gözden düştü.”

Gözden geçirmek: 1. Okumak. 2. Durumu incelemek. 3. Niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına bakmak.“Yapılan işleri gözden geçirdiniz mi?”

Gözden kaybolmak: Ortadan çekilmek, görünmez olmak.“Adam biraz önce buradaydı ama gözden kayboldu.”

Gözden ırak olan gönülden de ırak olur: “Ayrı düşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır” anlamında kullanılır.

Gözden kaçmak: Farkına varılmamak, ortadan çekilmek, görülmemek.“Nasıl oldu da gözden kaçırdık onu.”

Gözde tütmek: Çok özlemek, hasret çekmek.”Yıllardan beri gözümde tüten köyüme yarın kavuşuyorum!”

Göz dikmek: Bir şeyi ele geçirmek isteğinde olmak.“Komşusunun tarlasına göz dikti.”

Göz doldurmak: Hâli, tavrı ve görünüşü ile beklenenden çok etkilemek.“Vitrine konan elbiseler göz dolduruyor.”

Göze almak: Bir iş nedeniyle karşılaşabileceği her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabullenmek.“Vatan için kim ölümü göze almaz ki?”

Göze batmak: 1. Başkalarını aşırı söz ve davranışlarıyla tedirgin etmek. 2. Kıskançlığa, çekememezliğe yol açmak.“Her davranışınla gözüme batıyorsun. Kendine bir çeki düzen ver.”

Göze çarpmak: Görünüşü ile dikkati üzerine çekmek.“O uzun boyuyla hemen göze çarpıyordu.”

Göze girmek: Yetenekleri ve davranışları ile çevresinde, bulunduğu yerde sevgi ve güven kazanmak.“Kısa zamanda göze girmeyi başardı.”

Göze göz, dişe diş: Misilleme; aynı biçimde kötülük yapıp öç alma, kötülüğü yapandan acısını çıkarma.“Düşmanla artık göze göz, dişe diş mücadele edilecektir.”

Göz gezdirmek: 1. Derinlemesine incelemeden okumak. 2. Bir şeyi, bir yeri pek fazla dikkat etmeden çabucak incelemek.“Raftaki mallara şöyle bir göz gezdirip çıkalım.”

Göz göre göre: Apaçık şekilde, herkesin gözü önünde.“Göz göre göre yaktılar zavallının evini.”

Göz gözü görmemek: Dumandan, karanlıktan ya da yoğun tozdan hiçbir şey görülmez olmak.“Sokağa çıkmıştık, ancak sisten göz gözü görmüyordu.”

Göz hakkı: Görülüp de imrenilen yiyeceklerden görenlere çıkarılan pay, imrenmelerini yok edecek küçük parça.“Çocukların göz hakkını ayırmayı da sakın unutmayın.”

Göz hapsine almak: Gözetlemek, bir şeyin üzerinden bakışlarını ayırmamak, birinin hiçbir davranışını gözden kaçırmamak.“Askerler, kaçak mahkûmun sığındığı evi bir saat kadar göz hapsine aldılar.”

Göz kamaştırmak: 1. Hayran bırakmak. 2. Güçlü, parlak bir ışığın kısa bir zaman için görüşü bulandırması, bakılan yeri görmez etmesi.“Kapıdan çıkar çıkmaz göz kamaştıran bir ışığın etkisine girip donakaldılar.”

Göz kararı: Gözle oranlanarak belirtilen miktar, gözle yapılan ölçme ya da oranlama.“Kumaşı göz kararı ölçüp verdi.”

Göz kesilmek: Bütün dikkatiyle bakmak.“Yoldan geçen adama göz kesildi.”
Göz kırpmadan: 1. Hiç duraksayıp çekinmeden. 2. Acımadan, merhamet etmeden.“Çocukları göz kırpmadan kurşuna dizdiler.”

Göz kırpmak: Karşısındakine göz kapağını açıp kapatarak işaret vermek, bu şekilde meramını anlatmaya çalışmak; bir şeyi onayladığını ya da doğru olmadığını gözünü açıp kapayarak belirtmek.“Kalabalık içinde birbirlerine göz kırparak gülümsediler.”

Göz kırpmamak: 1. Hiç uyumamak. 2. Tehlikeye aldırmamak.“Bu gece hiç göz kırpmadım, hep seni düşündüm.”

Göz kulak olmak: 1. Korumak, bakmak, gözetmek. 2. Görme ve işitme yoluyla öğrenmeye çalışmak.“Yolda ona göz kulak ol da başına bir şey gelmesin.”

Gözleri bulutlanmak: Gözleri yaşararak çevreyi bulanık görmek.

Göz yummamak: 1. Hoş görmemek, bağışlamamak. 2. Hiç uyumamak.“Sabaha kadar gözlerimi yummadım.”

Gururunu okşamak: Bir kimseyi yüzüne karşı överek, becerilerini söyleyerek duygulandırmak.

Gücüne gitmek: Bir söz, bir davranış bir kimsenin onuruna dokunmak, o kimseye ağır gelmek.“Doğrusu onun bu sözleri gücüme gitti, çünkü hak etmedim o sözleri.”

Güllük gülistanlık: Sorunları bulunmayan; neşe, bolluk ve huzur içinde olan yer.“Ne zaman güllük gülistanlık içinde olacağız acaba?”

Gülmekten kırılmak: Aşırı ölçüde gülmek, çok gülmekten halsiz düşmek.“Ne matrak adamdı, hareketlerine gülmekten kırıldık hepimiz.”

Gülüp geçmek: Bir durumu umursamamak, aldırış etmemek, gülünç bulup üzerinde durmamak.“Gülüp geçilecek bir iş sanmayın sakın, ciddi durun üzerinde.”

Günaha girmek: Dini bakımdan suç sayılacak bir iş yapmak ya da söz söylemek.“Sebepsiz yere adam öldürmek, günaha girmek demektir.”

Günaha sokmak: Günah işlemesine yol açmak, dinin buyrukları dışına çıkmasına zemin hazırlamak.“Kes sesini de bizi günaha sokma.”

Günahını vermez: “Çok cimri, eli sıkı, hasis” kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.

Günah işlemek: Dince suç sayılan bir iş yapmak.“Yetimlerin malını yiyerek günah işleyenlerden mutlaka hesap sorulacaktır.”

Gün almak: 1. Bir iş yapmak için ilgili kişiden gün ayırmasını; belirli bir tarih tespit etmesini istemek, randevu almak. 2. Yaşını bitirip daha sonraki yılın bir ya da birkaç gününü almak.“Doktordan gün almayı unutmamışsındır umarım.”

Gün batmak: Güneş batmak.”Gün batmadan yola çıkmalıyız.”

Güneş almak: Bir yere güneş ışığı ulaşmak.“Evin bir odası güneş almıyor.”

Gün görmek: Bolluk, mutluluk, esenlik içinde huzurlu günler geçirmek.“Kaygılanma evlâdım, daha çok günler göreceksin inşallah.”

Gün görmüş: Başından nice işler geçmiş, tecrübeli, görüp geçirmiş, çok yaşamış.“Gün görmüş insanlarla konuşmaktan zevk alırım.”

Gün ışığına çıkmak: Aydınlanmak, açıklığa kavuşmak, anlaşılır olmak.“İşlediği tüm suçlar yakında gün ışığına çıkacaktır.”

Günleri sayılı olmak: 1. İçinde olunan günlerde ölecek olmak. 2. Bulunduğu yerde kalmak için birkaç günü kalmak.“Doktorlara bakılırsa anneannemin günleri sayılıymış.”

Günü birliğine: Sabah gidip akşam dönmek üzere.“Size günü birliğine konuk olmak istiyoruz.”

Günün adamı: 1. Zamanın gereğine göre tutum ve yön değiştiren, çıkarını gözeten kimse. 2. Kendisinden o günlerde çok söz edilen.

Gününü doldurmak: Bir işin gerçekleşmesi için geçmesi gereken zamanı tamamlamak.“Gününü doldurur doldurmaz senetleri avukata verin.”

Gününü gün etmek: Eline geçen imkânları değerlendirmek, hiçbir şeyi dert edinmeyip hoşça vakit geçirmek.“Gününü gün eden yöneticilerden kurtulacağımız günler yakındır.”

Gürültüye (patırtıya) pabuç bırakmamak: Korkutmalara, tehditlere aldırış etmeyip dilediği gibi davranmak.“Öyle her gürültüye pabuç bırakacak bir adam mı sanıyorlar beni?”

Güven beslemek: Bir kimseye, bir şeye güven duymak, inanmak, itimat etmek.“O adama güven beslediğiniz için pişman olmayacaksınız.”

Güvendiği dağlara kar yağmak: Güvendiği kimselerden yardım alamamak, güvendiği bir şeyin işe yaramadığı anlaşılmak.“Çok umutlusun, inşallah güvendiğin dağlara kar yağmaz.”

Güven kazanmak: Söz, davranış ve yaptığı işlerle çevresindekileri kendisine inandırmak.“İnsan, önce güven kazanmalıdır.”

Güven vermek: Kendisinin güvenilir bir kişi olduğu, kendisine itimat edilebileceği duygusunu uyandırmak.“Oldukça güven veren birisin.”

>>>>> devam et >>>>>

Yorumlar

Wordpress: 0
    Disqus: