Bıçak kemiğe dayanmak : Sıkıntı, zahmet, artık dayanılamayacak bir duruma gelmek.Bıçak sırtı: -1. Çok az (fark, zaman), -2. Çok yakın (aralık).
Bıçak kemiğe dayanmak : Sıkıntı, zahmet, artık dayanılamayacak bir duruma gelmek.
Bıçak sırtı: -1. Çok az (fark, zaman), -2. Çok yakın (aralık).
Bıkkınlık gelmek (birine) : Ondan bıkmak, usanmak, bunalmak.
Bıkkınlık vermek (bir şey birine) : Bir şeyi tekrarlaya tekrarIaya karşısındakini usandırmak.
Bıyığı (bıyıkları) terlemek : Bıyığı yeni çıkmaya başlamak.
Bıyık altında gülmek : Birinin içinde bulunduğu duruma alay ederek, belli etmeden gülmek.
Bıyık bırakmak : Bıyıklarını kesmeyip uzatmak.
Biçilmiş kaftan : Bir işe, kimseye en uygun , en elverişli olan.
Bildiğinden şaşmamak: Hiçbir şeyden etkilenmeyip, doğru saydığı davranışını sürdürmek. (Kars. Gürültüye pabuç bırakmamak.)
Bildiğini okumak (yapmak): Başkalarının sözüne kulak asmadan is tediği gibi davranmak.
Bile bile : Bilerek, isteyerek; kasıtlı olarak, kasten.
Bile bile lades : Aldandığını bildiği halele hiç itiraz etmeme, bunu kabul etmiş görünme.
Bileğine güvenmek : Kendi gücün, bilgisine, yeteneğine güvenmek,
Bileğinin hakkıyla : Kendi çalışması ve gücüyle.
Bilincine varmak (bir şeyin) : O şeyi iyice anlamak, kavramak; gerçekliğini görmek.
Bilir bilmez: Yarım yamalak bilerek; eksik bilgi ile.
Bilmezlikten (bilmemezlikten) gelmek: Bilmiyor görünmek.
Bilmiyorsun (bilmediğin) bu boku, git mektebinde oku : “Mademki bu şeyi bilmiyorsun, niçin uğraşıp duruyorsun? Bari öğren, sonra gel, uğraş.” anlamında.
Binde bir: Çok seyrek olarak; nadiren.
Bin dereden su getirmek : Birini kandırmak için bir yığın gerekçe ileri sürmek, aldatıcı sözler söylemek; kırk dereden su getirmek.
Bindiği dalı kesmek: Yarar sağladığı bir şeyi ortadan kaldırmak, ken disi için zararlı duruma getirmek.
Bini aşmak : Çok fazla olmak.
Bini bir paraya : Pek çok, bol.
Binin yarısı beş yüz (o da bizde yok) : “Tasalanmana gerek yok.” anlamında avutma sözü.
Bin kat: Başka şeyle karşılaştırılamayacak ölçüde çok.
Bin pişman olmak: Yaptığı şeyden çok pişman olmak.
Bin tarakta bezi olmak : Çok şeyle uğraşmak.
Bin yaşa : Çok yaşa anlamında.
Bir abam var atarım nerede olsa yatarım : “Yalnız yaşayan bir kimseyim, basit bir yaşama tarzım vardır, her yerde kalabilirim.” anlamında.
Bir ağızdan : Hep birlikte, beraberce.
Bir âlem : Kendine özgü şaşırtıcı nitelikleri olan.
Bir allanın kulu : Herhangi bir kimse.
Bir an : Çok kısa bir süre.
Bir an önce (evvel) : Olabildiğince çabuk.
Bir anlamda : Anlamlarından birine göre.
Bir anlık: Pek kısa bir süre içinde olan.
Bir ara (aralık) : 1. Bir süreç içindeki kısa bir süre; 2. Eskiden, eski bir zamanda.
Bir araba laf: Bir yığın gereksiz, yersiz söz.
Bir araya gelmek : Toplanmak; buluşmak.
Bir araya getirmek: 1. Derlemek, toplamak. 2. Birleştirmek.
Bir arpa boyu yol gitmek : Önemsiz denecek kadar az ilerleme sağlamak.
Bir aşağı bir yukarı (dolaşmak, yürümek) : Amaçsızca, bir yerde oradan oraya (dolaşmak, yürümek vb.)
Bir atımlık (atım) borutu olmak (kalmak) : Bir konuda yapabileceği pekaz şey kalmak; gücü, olanakları tükenmeye başlamak.
Bir ayağı çukurda (olmak) : Çok yaşlanmış (olmak); ölüme epeyce yakın (olmak).
Bir bakıma : Değişik bir görüşe göre, başka bir yönden bakılırsa.
Bir baltaya sap olmak : Belirli bir iş tutmak, bir meslek sahibi olmak.
Bir bardak suda fırtına koparmak : Önemsiz denecek kadar küçük bir sorunu büyütüp, kavga konusu yapmak.
Bir başına : Yalnız olarak, yanında hiç kimse bulunmadan.
Bir baştan (uçtan) bir başa (uca) : Bir yerin bir sınırından öbür sınırına kadar.
Bir ben bilirim, bir de Allah : “Çektiğim sıkıntı ve üzüntüleri ben ve Allah’tan başka kimse bilmez.” anlamında.
Bir bildiği olmak : Kendine göre bir düşüncesi olmak.
Bir bir: Teker teker, ayrı ayrı.
Birbirine düşmek : Aralarında anlaşmazlık çıkmak.
Birbirine girmek: 1. Kavga etmek. 2. Heyecanla oraya buraya koşuşmak.
Birbirinin gözünü oymak : Aralarındaki geçimsizlik nedeniyle kavga etmek.
Birbirini yemek : Sürekli kavga etmek, anlaşmazlık içinde olmak.
Bir bu eksikti: “Dertler, sorunlar yetmiyormuş gibi şimdi bir de bu çıktı.” anlamında.
Bir çırpıda : Çabucak, çok kolay biçimde.
Bir çift söz : Birkaç söz.
Bir çuval inciri berbat / murdar etmek : Yolunda giden bir işi, yanlış bir hareketle ya da sözle bozmak.
Bir dediği bir dediğini tutmamak : Söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız konuşmak.
Bir dediğini (söylediğini) iki etmemek (ikiletmemek): Onun her istediğini yerine getirmek.
Bir dediği iki olmamak (edilmemek): Her isteği yerine getirilmek
Bir dereceye kadar: Makul bir ölçüye kadar, belli bir noktaya kadar; nispeten.
Bir deri bir kemik (kalmak) : Vücutça çok zayıf (düşmek), zayıflamış (olmak).
Bir dirhem bal için bir keçiboynuzu çiğnemek : Faydası az zahmeti çok bir işle uğraşmak.
Bir dizi: Birçok, bir yığın.
Bir dokun bin ah işit / dinle: “İnsanların dertlerini biraz deşmeye gör; hemen her türlü şikâyetlerini dile getirirler.” anlamında.
Bir don bir gömlek (kalmak, bırakmak) : Yarı çıplak, yoksul bir durumda (kalmak, bırakmak).
Bir dostluk kaldı: Satıcıların malları azaldığı zaman kullandıkları özendirme sözü.
Bire bir (gelmek): (İlaç için) Kesin ve etkili (olmak).
Bir elin beş parmağı gibi: Birbirinden hiç ayrılmayan; aralarında her hangi bir ayırım gözetilmeyen (kimseler)
Bir eli yağda bir eli balda (olmak) : Zenginlik, bolluk içinde (olmak).
Bire (beş, on, yüz…) vermek : (Buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürünler için) Toprak atılan tohumun belli bir katı kadar ürün vermek.
Bir günden bir güne : Hiçbir zaman.
Bir güzel: Çok iyi, iyice, güzel bir biçimde.
Bir hal olmak : 1. Bir şeyi çok yapmaktan usanmak, bıkmak; fenalık gelmek. 2. Davranışlar, huyu değişmek. 3. Bir kazaya uğramak, ölmek.
Bir hayli: Oldukça çok, epeyce.
Bir hiç uğruna : Amaçsızca, boşu boşuna.
Bir hoş : 1. Tatlı bir hoşluk içinde olan. 2. Garip, yadırgatıcı, tuhaf.
Bir içim su : Çok güzel (kadın, kız).
Bir iğne bir iplik kalmak : Bir üzüntü, hastalık vb. nedeniyle çok zayıflamak.
Bir iki demeden (derken) : Karşısındakine vakit bırakmadan, hiçbir şekilde duraksamadan.
Bir kalemde : Toptan, bir işlemde.
Bir kapıya çıkmak : Hepsi aynı sonuca varmak, aynı anlama gelmek; aynı kapıya çıkmak.
Bir kaşık suda boğmak (birini) : Bir kimseye çok kızmak; kin duymak.
Bir kenara bırakmak (bir şeyi): Orta Önem vermemek, onu dikkate almamak.
Bir kenara çekilmek : İlgisini kesmek; sorumluluk almamak.
Bir kere : Aslında, gerçekte.
Bir kıyamettir gitmek (kopmak): Çok fazla gürültü, patırtı, telaş olmak.
Bir kol çengi: Esprili söz ve davranışlarıyla çevresine neşe saçan kimseler için söylenir.
Bir kofluğa iki karpuz sığdırmak : Aynı zaman içinde iki işi birden yapar durumda olmak.
Bir köroğlu bir ayvaz: Kan kocanın çocuklarının olmadığını, yalnız yaşadıklarını belirtmek için söylenir.
Bir köşeye ayırmak (atmak, koymak) (bir şeyi): Bir şeyi gerektiğin de kullanmak üzere bir yere koymak, biriktirmek, saklamak.
Bir köşeye çekilmek: Etkin görevi bırakmak. (Kars. İnzivaya çekilmek.)
Bir kulağından girip öteki (öbür) (bir) kulağından çıkmak : Söylenilenlere önem vermemek, hiç uymamak, onları dikkate almamak.
Bir lokma bir hırka : Azla yetinmeyi, dervişçe yaşamayı anlatan haya) görüşü.
Bir paralık etmek (birini): Onu utanılacak bir duruma düşürmek, rezil etmek; beş (on) paralık etmek.
Bir paralık olmak : Değersiz, onursuz, kötü duruma gelmek; beş (on) paralık olmak.
Bir pire için yorgan yakmak: Küçük bir zarardan kurtulmak için çok büyük bir zararı göze almak.
Bir punduna getirmek : Bir iş için en uygun durum ve zamanı yoklamak; punduna getirmek.
Bir saati bir saatine uymamak: Tutum ve davranışları sürekli değişmek, tutarsız olmak; saati saatine uymamak.
Bir sıkımlık canı olmak : Kısa boylu, cılız ve güçsüz olmak.
Bir sürü : Çok sayıda, pek çok, birçok.
Bir şeyciği kalmamak: İyileşmek, iyi olmak.
Bir şeye benzememek : İşe yarar, beğenilir ve istenir durumda olmamak.
Bir şeyler (şey) olmak : 1. Huy ve davranışları değişmek. 2. Fenalık gelmek, bayılacak gibi olmak. 3. Herhangi bir kötü durum başından geçmek.
Bir tahtası eksik : Pek akıllı olmayan, delice İşler yapan (kimse); tahtası eksik.
Bir taşla iki kuş vurmak : Bir davranışla, yararlı iki sonuç elde etmek.
Bir tek atmak : Bir kadeh içki içmek.
Bir temiz : Adamakıllı, iyice, güzelce.
Bir tuhaf: Garip, alışılmadık, yadırgatıcı (biçimde).
Bir tuhaf olmak : Üzülmek, yadırgamak, ne yapacağını bilememek.
Bir tuhaflığı olmak: Kendini iyi hissetmemek, rahatsızlığı olduğunu anlamak.
Bir tutmak (görmek) : Aynı derecede görmek, farksız olduğunu kabul etmek, eşit saymak.
Bir türlü : 1. Ne yapıp yapıp; hiçbir biçimde. 2. (Yinelemeli biçimde) Bir eylemin yapılması ile yapılmamasının aynı derecede tedirginlik verici olduğunu belirtir. 3. Bir başka çeşitten.
Bir vakitler (bir vakit) : Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda; bir zamanlar.
(Biri, bir şey) bir yana, dünya bir yana : Bir kimseye ya da şeye aşırı ölçüde değer verildiği zaman kullanılır.
Bir yastığa baş koymak : (Bir erkek bir kadın) Evli olmak, hayatını evli olarak sürdürmek.
Bir yaşına daha girmek : Şaşılacak yepyeni bir durumla karşılaşmak.
Bir yerde : Belli bir aşamada, belli bir noktada, bir bakıma.
Bir yığın : Birçok, pek çok, çok miktarda.
Bir yolunu bulmak : Amaca ulaştıracak çareyi, fırsatı, İmkânı bulmak.
Bir zamanlar (zaman) : Vaktiyle, eskiden, geçmiş zamanda.
Bitkin düşmek : Çok yorulmak ; halsiz düşmek.
>>>>> devam et >>>>>
Yorumlar